28 Mayıs 2014 Çarşamba

Death Note (Genel Yorum)



İlk 10 bölümü izledikten sonra şurada değinmiştim biraz. Kalan 27 bölümü de izleyerek Death Note'u noktaladım. (Buradan sonrası spoiler.)

Çabuk bitirmemek için günde bir bölüme bile indirmiştim, tadını çıkara çıkara izlemek istedim ve her bir bölümü izlerken de çok keyifli vakit geçirdim. Yani genel olarak animeyi çok beğendim, evet. Fakat birkaç sitemim olacak şimdi.

Elbette ben de birçok kişi gibi L'in ölümüne üzüldüm. "En iyi arkadaşım" dediği kişi tarafından öldürülmesi sebebiyle çok duygusal bir son oldu. Böyle bir ölümü hak etmediğini rahatlıkla söyleyebilirim.

L'in ölümünden sonra ortaya çıkan iki karakter Mello ve Near ise bence kurguya çok fazla renk kattılar. Near'a pek ısınamasam da, Mello karizması ve ses tonuyla çok sevdiğim bir karakter oldu. L'in kale çizgisine çok yaklaşmasından sonra golü Near'ın atması biraz üzücü oldu tabii ki ama en baştan beri L'in tarafında olduğum için Yagami Light'ın yakalanmasına sevindim.

Ben biraz da Dexter Morgan karakterine benzettim Light'ı. Dexter da kötüleri öldürüyordu, Light da. Ama işte birkaç yönden ayrılıyor fikirleri ve bu noktada senaristlerin izleyicilere olayları nasıl aktardığı da önemli. Dexter'ı desteklerken, Light'ı desteklemiyor olmam işte tam da iki karakterin düşünce yapılarıyla ve biraz da senaristlerle alakalı.

Her neyse.

Amane Misa gibi şirin, L ve Mello gibi sağlam karakterleri de bünyesinde barındıran Death Note, benim unutulmazlarım arasına çoktan girdi. Mello'nun rolünün animede bu kadar az olmasına o kadar çok kızdım ki, keşke biraz daha fazla izleyebilseydim kendisini. Çok üzüldüm bu duruma. Umarım mangalarında daha fazla rolü vardır, tek temennim bu.

Son olarak müziklerine değinmek istiyorum. Genel anlamda çok başarılı buldum müzikleri lakin 19.bölümden sonra başlangıç ve bitiş şarkılarının değişmesine hiç mi hiç alışamadım. Öncekilerde sesi açardım dinlemek için, 19'dan sonra sesi kısar oldum. Metal bana göre değil ne yazık ki, dinleyemiyorum. Hangi kafa o güzelim 2 şarkıyı değiştirir onu da anlamak güç tabii ki.

Sevdiğim başlangıç şarkısı: Opening 1
Sev(e)mediğim başlangıç şarkısı: Opening 2

Sevdiğim bitiş şarkısı: Ending 1
Sev(e)mediğim bitiş şarkısı: Ending 2

Ve bu da en sevdiğim soundtrack: Ryuk Theme
L soundtrack da çok hoş: L's Theme
Şunu da Mello'nun hatırına koyayım: Mello Theme

Yakın bir tarihte mangalarını da okuyacağım bu efsanenin. Önce okusam daha iyi olurdu ama bu seferlik istisna oldu işte.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

3 Ahmak (3 Idiots - 2009)


Yönetmen: Rajkumar Hirani
Senaryo: Rajkumar Hirani, Abhijit Joshi
Yapım: Hindistan
Tür: Dram, Komedi
Süre: 170 dakika
IMDb Puanı: 8.5
Oyuncular: Aamir Khan, Madhavan, Sharman Joshi, Kareena Kapoor, Boman Irani, Omi Vaidya

Evet, henüz yeni izledim ben filmi. Yıllardır kenarda beklettiğim bir filmdi 3 Idiots ve en az bi 7-8 kişi de ısrarla önermişti. Hep kulak arkası etmiş ve izlemeyi ertelemiştim. En son ertelediğim tarih de bir ay önce falandı. Tam izleyeceksen, yahu çok uzun ve hiç de çekici gelmiyor, deyip kapatmıştım yine. Dün ise bu filmi izlemeden uyumak yok, dedim kendime. Çok pişman oldum ama bu kadar geç izlediğime.

Hint sinemasından çok sevdiğim birkaç film var ve müziklerine de hayranım. 3 Idiots da çok güzel müziklere sahip çok kaliteli bir Bollywood filmi ve kesinlikle çok fazla sevdim. Top10'unuma çok hızlı bir giriş yaptı film. Üstelik Aamir Khan da en sevdiğim aktörler arasına girdi bu film ile birlikte. Nasıl bir oyunculuktur o ya. Müthişti.

Böyle karman çorman aklıma ne gelirse yazıyorum ama nasıl ve nereden başlayacağımı bilemediğim için. Neyse çok fazla uzatmayayım ben.

İlk başlarda göze batan uçak sahnesi haricinde gözlemlediğim kadarıyla kusursuz. Harika bir senaryo, olağanüstü oyunculuklar, insanın içini ısıtan, naif, sıcacık, kahkahalarla gülerken bir sonraki sahnede gözlerinizin dolabileceği, birçok duyguyu bir arada yaşatan ve uzunluğuna rağmen bitmesin istenilen, bence bir Hababam Sınıfı seviyesinde oldukça komik, dokunaklı ve eğlenceli bir film.

Hindistan ekseninde eğitim sistemini sorgulayan ve dinler başta olmak üzere birçok şeye gönderme ve dokundurmalar yapmış senarist ve aynı zamanda filmin de yönetmeni olan Rajkumar Hirani. Dostluğun önemini de çok iyi anlıyor insan izledikten sonra. Rancho, Farhan, Raju, Chatur, Pia.. Ne güzel karakterlersiniz siz ya.

İnsan böyle filmlerden sonra Hint sinemasında kalmak istiyor uzunca bir süre, Hollywood'dan uzaklaşmak ve böyle eğlenceli filmlerin farkına varmak istiyor. Ama ne yazık ki çok yok bunlardan.

Popüler film olduğundan zaten birçok kişi biliyordur ve içerikten falan bahsetmeme gerek yok, sadece hayranlığımı dile getiren bir şeyler yazmalıydım ve yazdım. Şimdi şu mükemmel müziklerinden birkaçını paylaşayım burada.

Behti Hawa Sa Tha Woh

Zoobi Doobi

Son olarak: "All Izz Well"

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Ötekiler Arasında - Jo Walton


Çok sevdiğim bu kitap hakkında Rıhtım'da bir inceleme kaleme aldım. Site üzerinden okumak isteyenlere şuraya tıklayabilirler.

"Bu kitabı dünyadaki tüm kütüphanelere ve her gün oralarda oturup insanlara kitap ödünç veren kütüphanecilere adıyorum." -Jo Walton.

Kitabı, çıktığı ilk hafta İstanbul Kitap Fuarı'nda edinmiş ve okunmak üzere kitaplığıma bırakmıştım. İthaki standındaki güler yüzlü, sevimli görevlilerden biri kitapla ilgilendiğimizi fark edince, kitabı eline almış, hakkında okuyanpenguen ile bana en az on dakika boyunca övgü ve methiyeler dizmişti. Çevirmeni övdüğü sırada da, İhsan ağbiyi tanıdığımızı belirtip, Rıhtım'dan geldiğimizi belli etmiştik. Bunun yanı sıra, çıktığı ilk günden beri kitap hızlı bir şekilde popüler oldu ve hatta o hafta ikinci baskısını dahi yaptı. Hal böyle olunca, popüler olan şeylere karşı mesafeli yaklaşmayı tercih eden ben, çok merak ettiğim bu kitabın aylarca yüzüne bakmadım. Günün birinde adını daha az duyduğum bir vakit okumaya karar vermiştim ve öyle de yaptım.

Şimdi bu gereksiz bilgilerden sonra kitaba geçiyorum.

Kitabı okumadan hemen önce genellikle arka kapakta yazanları okurum ben de birçok insan gibi. Ötekiler Arasında için de bu durum geçerli oldu ve arka kapağı okuduğumda bir anda hevesim kaçtı. Arka kapak yazısı çok fazla bilgi içeriyordu ve açıkçası İthaki neden böyle bir hata yapmış diye düşündüm bir süre. Sonra okumaya başladım ve bu bilgilerin en başta, yüzeysel bir şekilde verildiğini, asıl kitabın o andan sonra başladığını ve arka kapak yazısının son derece başarılı olduğunu fark edip mutlu oldum. Bu, kitabın bana yaşattığı ilk ve bundan sonrakiler düşünüldüğünde basit bir mutluluktu.

Ötekiler Arasında, Morwenna Phelps adlı bir kızın günlüklerinden oluşuyor. 70'li yıllara götürüyor bizi yazar ve 80'lere de ufak da olsa sarkıyor günlükler. Her şeyden önce, Morwenna ilginç bir kız. Büyü yapabilme yetisine sahip, üstelik perileri de görüyor. Bu gibi durumlar onu diğerlerinden farklı kılmaya yetiyor, onu bir "öteki" yapıyor. Morwenna'nın bir de ikizi bulunuyor: Morganna.

O da tıpkı Morwenna gibi, yani iki kardeş epey sıra dışı. Anneleri ise bir cadı. Bir gün annelerinin saldırısına uğrayan ikizler bu savaşta kayıp verirler. Morganna ölür, Morwenna ise ayağını sakatlar ve bastonsuz gezemeyecek duruma gelir. Fakat kardeşini kaybetmiş olmasına rağmen kendisi hala hayattadır. Hayat öyle ya da böyle devam ediyordur. Ve o da yaşamaya devam edecektir.

"Kitaplarım var, yeni kitaplar ve onlar olduğu müddetçe her şeye göğüs gerebilirim." -Morwenna Phelps.

Yaşanılan bu talihsiz olayın ardından o yaşına dek dedesinin yanında yaşayan Mori, dedesinin yanından alınıp, daha önce hiç görmediği, kendisini terk ettiği söylenen babasının yanına verilir ve böylece Mori için bir devir kapanır, yeni bir hayata merhaba der. Elbette dedesini ziyaret etme şansı her koşulda mümkün lakin siz de takdir edersiniz ki öz babasına ismiyle hitap etmenin, babasının üç kız kardeşi -doğal olarak halaları- ile bir arada yaşamanın hiç de çekici bir yanı yoktur ve oldukça da sıkıcılardır. Ame neyse ki, halaları tarafından bir yatılı okula gönderilir ve günlerini orada geçirmeye başlar. İlk zamanlarda sevmediği okulun, sonraları hiç ayrılmak istemediği bir yer olması da, Mori'nin o sıkıcı evden uzaklaşmak istemediğinin en büyük kanıtıdır.

İşte tam bu esnada, Mori'nin hayatının olmazsa olmazı kitaplara değinmek gerekiyor. Fantastik ve bilimkurgu kitaplara özel bir merakı vardır Mori'nin. Bilimkurgu biraz daha ağır bassa da, Yüzüklerin Efendisi'nin en sevdiği kitap olması terazide bir eşitlik sağlar diye düşünüyorum. Mesela şöyle de bir söz ediyor Mori satır arasında: "Fakat dünya üzerinde bu kadar çok bilimkurgu varken insanların neden bunları okumayı tercih ettiğini anlayamıyorum." Az çok katıldığım bir nokta oldu bu. Şöyle ki, fantastik ve bilimkurgu kitapları hor gören kesimden insanlar benim çevremde de epey var, bu cümleyi okurken de bu aklıma geldi. Yani ön yargılı olmayıp bir okumayı deneseniz, aslında seversiniz ve saire. Saçma bir isme sahip kitaba istinaden söylüyordu bu cümleyi Morwenna ve haklılık payı da yok değil. O kitaplar (içleri boş oldukları halde) milyonlar satarken, sosyolojik ve psikolojik anlamda da çok güçlü örnekleri olan fantastik ve bilimkurgu türündeki kitaplar geri planda kalıyorlar. Neyse.

Üstelik çok hızlı kitap okuyabiliyor Morwenna. Öyle ki, yapacak başka hiçbir işi olmadığı için gününün neredeyse tamamını okumaya ayırıyor, bu sayede de günde bir kitap bitirdiği bile oluyor. Matematik hariç diğer tüm derslerde sınıfın en iyilerinden birisi konumunda olması da, çalışkan bir kimliğe sahip olduğunu gösteriyor. Matematiği ezelden beri sevmeyen ve anlamak için de artık fazla çaba göstermeyen, geçer not aldığına şükreden bir kızdır kendisi.

Günler Mori için sıradan bir şekilde ilerlemektedir. Her gün okulun kütüphanesinde kitap okur, cumartesi günleri kasabaya inerek kütüphaneden ve kitapçıdan kitaplar alır, babasına, dedesine ve diğer tanıdığı, sevdiği insanlara mektuplar yazar, babasıyla görüştüğü zamanlarda genellikle bilimkurgu kitapları hakkında sohbet eder ve belli bir zaman sonra katıldığı kitap kulübü için haftada bir gün özel izinle akşam kasabaya iner. Kitapları rahatlıkla okumak için kasabanın en sakin pastanesine gidip, sevmediği halde bir demlik çay alıp, kimsenin içindeki çay miktarını bilemeyeceği için orada saatlerce oturmasını da eklemekte yarar var. Zeki bir kız Morwenna, evet.

Mori de her genç kız gibi büyüyor ve vücudunun aldığı şekil de büyümeyle doğru orantılı bir şekilde değişiyor, cinselliği öğreniyor ve hatta aşık oluyor. Tüm bunlar, hayattan darbe üstüne darbe yiyerek erken olgunlaşmak zorunda kalan bir kızın, hala fani bir dünyada yaşadığına dair en önemli kanıtlar.

Bitmesini istemediğim nadir kitaplardan biri oldu Ötekiler Arasında. Hatta kitap hakkında notlar aldığım kağıda, kitabı bitirdikten hemen sonra, "E neden bitti ki bu şimdi? Devamı gelsin!" yazdım büyük harflerle. Sonra bir şekilde kitabın yazarına bir mail atmayı bile düşündüm. Bu düşünce hala aklımda ayrıca.

Çok hızlı kitap okuyan Mori sayesinde benim de kitaplara olan sevgim bir nebze daha artmış bulunmakta. Hatta kitabı okuduğum anlarda okuma hızımda ciddi bir düşüş vardı fakat Ötekiler Arasında'dan sonra okuduğum birkaç kitapta hızım arttı, böyle de bir yararı oldu bana kitabın.

"Bazen hayatı yaşamaya değer kılan tek şey kitaplarmış gibi geliyor." -Morwenna Phelps.

Her şeyden bahsedip çevirisine değinmemek olmaz tabii. Çevirmen tanıdık bir isim: M. İhsan Tatari. Kötü bir iş çıkarmadığını tahmin ediyordum kitabı okumadan önce ve tahminimde de yanılmadım. Gayet de akıcıydı cümleler ve birkaç kelimenin -hızlı yazmanın sonucu olsa gerek- yanlış yazılması hariç gözüme hiçbir şey takılmadı. O da olacak o kadar, ki zaten bu İhsan Tatari'nin değil, redaktörün suçu. Yine bir sayfada da dizgi hatası vardı, bu da doğal olarak editörün suçu. Her neyse, ben unuttum bile bunları. Sadece şu an yazılması gerektiği için yazdım. Kitabın güzelliği tüm bunların üzerini örtüyor.

Ayrıca çevirmenin açıklayıcı dip notları ve kitabın arkasına da kitapta adı geçen tüm kitapların (tam 154 tane) bir listesini koyması okurlar için büyük nimet sayılır. Hem çevirinin güzelliği hem de bu gibi ekstralar için M. İhsan Tatari'ye teşekkür ediyorum. Umarım İthaki'den çıkacak nice kitaplarda daha adını görmeye devam ederiz.

İthaki Yayınevi kitabın orjinal kapağını kullanmamış ve farklı bir tasarımla göz dolduran, albenili bir kapak tasarlamış. Elbette kapak çok iyi, baktıkça kendinizi tüm o yeşilliğin arasında uzanan yolda ilerliyor olarak görebilirsiniz fakat orjinal kapağı göz önünde bulundurduğumuzda bir tık aşağıda kaldığını da söylemek isterim. En azından benim görüşüm bu yönde.

Hem fantazya hem de bilimkurgu edebiyatında önemli bir yeri olan LeGuin ustamızın kitaba bir övgüsü bulunmakta: "Eğlenceli, özenli, keskin ve merak uyandırıcı bir öykü." Sıradan bir kapak övgüsü gibi dursa da, LeGuin'in haklı olduğunu söylemeliyim.

Bir de değinemeden geçemeyeceğim önemli bir cümle daha dökülüyor kitapta Morwenna'nın ağzından: "Yüzüklerin Efendisi'ni sonuna ulaşmanın ve daha fazlasının olmadığını bilmenin getirdiği o bilindik, üzücü acıyla birlikte bitirdim." Gülümseyerek okudum bu cümleyi ve hemen ardından, "Mori de bizden biri!" dedim. Daha bir sevdim.

Ötekiler Arasında'nın günlüklerden oluştuğunu tekrar hatırlatıp, aksiyon dozunun minimum seviyede olduğunu belirtmem gerekiyor. Bu yüzden, kitabı okuduktan sonra hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz eğer beklentinizi çok yüksek tutarsanız. Tutmayınız ve bu naif, sıcak, okuması keyif veren kitabın sayfaları arasında kaybolunuz.

İncelemeyi bitirirken, Mori'nin hayat felsefesini açık eden sözünü de yazmak gerekir tabii ki:

"Nereye gidersem gideyim kütüphanelere ait olacağım."


Kitaplarla dolu nice günlere... Başka incelemelerde görüşmek üzere!

22 Mayıs 2014 Perşembe

Dexter (6.Sezon)


Altıncı sezonu bitireli birkaç hafta oldu fakat hakkında yeni yazma fırsatı buluyorum. Zihnimi yoklayarak sezonun önemli olaylarını hatırlamaya çalıştım birkaç dakika. Şimdi şöyle kısaca bi sezon analizi yapacağım.

Öncelikle Dexter dizisi için hayati öneme sahip bir spoiler yemiştim birkaç ay önce, o olayın bu sezon gerçekleşeceğini biliyordum. Elbette Debra'nın, Dexter'ı iş üzerinde yakalamasından bahsediyorum. Bunun bilinciyle başladım sezona.

Eşi Rita'yı kaybetmesinin üzerinden bir hayli zaman geçmiş olan Dexter, oğlu Harrison ile birlikte günlük rutin hayatına devam etmektedir. Bir yandan Harrison'la ilgilenirken, diğer yandan nerede kan varsa orada biterek işinin yükümlülüklerini icra etmektedir. Evet, kan demişken, bu sezon, geride bıraktığımız diğer sezonların tümünden daha kanlıydı. CNBC-e dergisinin eski sayılarından birinde ön bilgi olarak okumuştum bunu sezon öncesinde. Okumasam bile, bu gerçeği görmem zor olmazdı tabii ki.

Her sezonda farklı bir konu işleyen Dexter dizisinin doğal olarak bu sezondaki konusu da farklıydı. on ikibölüm boyunca ağırlıklı konumuz "Kıyamet Güncü Katiller" idi. Biraz daha açacak olursam eğer, "din" temalı bir sezon izlemiş olduk.


İncil'den yola çıkarak, bir profesör ve öğrencisi Kıyamet Günü'nün yaklaştığını söylüyorlar ve bu doğrultuda İncil'de yazanları resmettikleri bir dizi cinayet planlıyorlar. Planlamakla da kalmıyorlar, bir bir hedeflerine doğru ilerliyorlar. Henüz 6x1'de sıra dışı bir cinayete imza atmış olan bu ikili, izleyicileri gelecek bölümler konusunda iyiden iyiye meraklandırmıştı. Açıkçası ben de epey merak etmeye başlamıştım sonraki cinayetleri ve her bir cinayetle de şaşkınlığım biraz daha arttı. Bunlar delirmiş olmalı, dedim kendime. Tanrı'ya inanan kişilerin böylesine akılalmaz cinayetler işlemeleri çok da normal değil çünkü.

 Fakat sezon finaline yaklaştığımız sırada öğrendik ki, "katiller" değil, yalnızca "katil." Yani Debra önderliğindeki ekibin aradığı iki kişi olmasına rağmen, profesörün yıllar önce öldüğünün ortaya çıkması sonucu, katil sayısı 1'e düşüyor. Yani Travis adlı "Kıyamet Güncü Katil", ölen profesörüyle konuşuyor bir nevi. Halüsinasyon görüyor sürekli. Bu sahnelerin gerçekliği kanıtlandığında izleyici afallasa da, hemen aklımıza tüm bölümlerde karşımıza çıkan Dexter'ın halüsinasyonu Harry Morgan geldiği ve bu durumlara alışık olduğumuz için çok da takılmıyoruz.

Miami Metro Departmanı'nın peşine düştüğü katil Travis'i, Dexter da kendi amacı için yakalamak istemektedir. Bu yüzden her an ekibin bir adım önünde ilerlemektedir. Ekipten önce Travis'i masasına yatırmak için yanıp tutuşmaktadır Dexter. Aslında ona birkaç şans da verir lakin Travis tüm bu şansları teper. E Dexter da haliyle son çaresine başvurur. Bu yolda ilerleyen Dexter, sezon finalinde oğlu Harrison'ı büyük bir riske atacaktır. Harrison'ın geleceğine dair herhangi bir bilgi bilmediğimden, ister istemez endişelendim.

Ateist olduğunu bildiğimiz Dexter, oğlu Harrison'ı nasıl yetiştirmesi gerektiğine karar veriyor bu sezonda. Bolca iç hesaplaşma ve Tanrı'yı sorgulama durumu mevcut. Nihayetinde Harrison'ın din kavramını öğrenerek büyümesine karar veriyor. Din üzerinden ilerleyen bu sezonda Dexter'ın çok yakın bir arkadaşı oluyor. Tıpkı üçüncü sezondaki Miguel Prado gibi. Peder Sam adlı bu adam ile Dexter'ın yakınlığı artıyor. Tabii bunda Dexter'ın, Peder Sam'in suçsuz olduğunu ortaya çıkarmasının da payı var. En azından Sam, eski Sam değil ve kendini dine adamış durumda. Ama ölümüyle birçok kişiyi de üzdüğü bir gerçek. Böyle bir ölümü hak etmedi bence.

Bunlar haricinde çok önemli bir nokta daha var. Debra, kardeşi Dexter'a ilgi duymaya başlıyor sezonun sonlarına doğru. Psikoloğunun da payı var tabii böyle bir şeyin ortaya çıkmasında. Bu birçok izleyiciyi afallatan bir olay olmasının yanı sıra, bana biraz da gereksiz ve zorlama gibi geldi. Olmasaydı da olurdu, dedim.

Birkaç değişiklik de Miami Metro Departmanı'nda gerçekleşiyor. Debra bir kez daha terfi alıyor ve komiser olarak ekibin başına geçiyor. Tam bu esnada da sevgilisi Quinn'le ayrılıyorlar. Quinn'in yeni ortağı da Angel oluyor. İlk başlar da güzel bir ikili olduklarını düşünsem de, Quinn'in su koyvermesi sebebi ile zamanla araları açılıyor. Hatta Angel, Quinn'in yüzünden ölümden dönüyor. Debra'nın yerine de ekibe Anderson adlı siyahi bir adam katılıyor. Debra ile sevgili olabileceklerini tahmin etmiştim, ama yanıldım.

Dördüncü sezonda izlediğimiz "Üçlemeci" dosyası bir anlığına yeniden açılıyor ve Dexter sırf bu yüzden Nebraska'ya bir kaçamak yaparak Üçlemeci'nin oğlunu buluyor. Bu yolculuk, başına birçok iş açsa da, yolculuk esnasında Dexter'ın kardeşi Rudy'nin bizlere halüsinasyon şeklinde eşlik etmesi güzel bir nostalji oldu. İlk sezonu hatırladık birden. Dexter, Miami'ye döndüğünde Rudy'nin gidip yerine tekrar Harry'nin halüsinasyon olarak görünmesi ise hoş bir detaydı.



Masuka yine o bildik Masuka. Kendisine stajyerler tutuyor ve onları cinayet masasında eğitiyor. Bunun sonucunda da ortaya izlemesi keyifli sahneler çıkıyor. Bir de o klasik gülüşünü duyduk mu, tadına doyum olmuyor.

Bir zamanların ünlü seri katili "Diş Perisi"nin yaşlanmış olarak Miami'ye gelmesini ve Dexter'ın da onu öldürdüğünü söyleyeyim son olarak. Yıllar boyunca adaletten kaçan katilin Dex'ten kaçamadığını görünce biraz tebessüm ettim açıkçası.

Karman çorman olmuş olabilir ama altıncı sezon böyle geçti. Yedinci sezonda bambaşka bir Dexter ve bambaşka bir Debra göreceğimizi tahmin etme çok zor değil.

Şimdi sezon sıralamamı yapayım: 4-2-5-1-6-3

Son iki sezon, bitecek diye üzülmeye başladım şimdiden. Neyse, yedinci sezona başlayalım bakalım...

20 Mayıs 2014 Salı

Arrow (2. Sezon Genel Yorum)



Ve Arrow'da ikinci sezona da noktayı koyduk.

İkinci sezonun ilk on üç bölümünden sonra bir yorum yapmıştım şurada, şimdi de finale dek olan bölümler hakkında birkaç şey söyleyeceğim.

Sara'nın ortaya çıkışından sonra dizide birçok şeyin değiştiğini belirtmiştim. Sara'nın ailesi ile olan ilişkileri bir süre bocaladıktan sonra rayına oturdu. Ablası Laurel'in kendisini affetmesi önemli sayılabilecek bir olaydı. Anne ve babalarının tamamen ayrılmaları ise çok şaşırtıcı bir olay değildi.

Manu Bennett'in oynadığı Slade Wilson karakterinin zaman zaman Roma döneminden bahsetmesi Spartacus izleyicilerini sevindirmiştir diye düşünüyorum ve senaristin bunu bilinçli bir şekilde yapmış olması da, ayrıca takdir edilmesi gereken bir nokta.

Deathstroke ve Arrow kapışması yıllar önce adada başlıyor ve Starling City'e kadar uzanıyor. Shado'nun Oliver yüzünden ölmüş olması Slade'e bir söz verdirtiyor ve Slade yıllar sonra bu sözlerinden birini tutarak Oliver'ın annesi, Starling City'in belediye başkanı adayı Moira Queen'i öldürüyor. Sezon finalinden birkaç bölüm önce gerçekleşen bu olay, Oliver'ı güçsüz düşürse de, Felicity, Diggle ve Sara sayesinde çabuk toparlanıp Wilson'ın ordusuna karşı bir savaş başlatıyor.

Deathstroke'un "mirakuru" enjekte edilmiş güçlü ordusu ortalığı yakıp yıkarken, şehri kurtarma görevi de Arrow ve ekibine düşüyor. Sezon finaline dek azar azar artan tempo son bölümde adeta tavan yaptı ve müthiş sahneler izledik.

Roy Harper ve Thea Queen ilişkisi ise Roy'un mirakuru sonucu değişim geçirmesi sebebiyle sekteye uğruyor. Sezon finalinde tam düzeldi derken de Thea'nın gerçek babası olduğunu öğrendiğimiz Malcolm Merlyn ile şehri terk etmesi sonucu tamamen bitiyor (gibi).

Sara'nın dizideki rolünün bitmiş olması muhtemel, eğer öyleyse ve üçüncü sezonda Caity Lotz'u göremeyeceksek, üzülürüm. Oliver'ın artık Felicity'i sevdiğini de hesaba katarsak bu olasılık biraz daha artıyor, şahsen çizgi romanları bilmeyen biri olarak ayrılsın istemiyorum açıkçası.

Ada sahneleri de tıpkı Starling City sahneleri gibi tam doruğa ulaşmıştı ki, sezon bitti. Yeni sezonda bakalım Oliver'ı neler bekliyor olacak.

Flash'ı birkaç bölüm gördük ve böylece temelleri atılmış oldu. Kendisine ait bir dizisi olacak onun da, bekliyoruz.

Son olarak, kesinlikle ikinci sezon birinci sezonu ezdi geçti. Bu yüzden de üçüncü sezon için beklentiler bir hayli yükseldi, umarım dizi ekibi çizgiyi bozmadan ilerler.

Da Vinci's Demons (2. Sezon İlk 8 Bölüm Eleştirisi)



Da Vinci'nin hayatını, biraz değil, çok fazla fantastik ve bilimkurguyla harmanlayarak ortaya alternatif bir tarih çıkaran dizi Da Vinci's Demons'ın ikinci sezonunun bitmesine yalnızca iki bölüm kaldı. Geride bıraktığımız sekiz bölüm hakkında bir şeyler söylemek gerek.

İlk sezonda Da Vinci'nin icatlarına bolca yer veren dizi, ikinci sezonda bunu ikinci, hatta üçüncü plana attı desek yeridir. Ben de herkes gibi beklemiyordum ilk sezon ve ikinci sezon arasında bu denli bir uçurum olacağını. Bu yönden bakarsak, dizinin senaryosu bulunduğu leveli terk ederek, bir başka levele geçmiş demek çok doğru olacaktır.

İkinci sezonda Floransa'nın dışına taşan olay örgüsü, Yeni Dünya'ya (Amerika) ve hatta dönemin güçlü imparatorluğu Osmanlı'ya da sıçramış durumda. "Yaprak Kitabı" macerasına atılan Da Vinci ve ekibi, kelimenin tam anlamıyla her bölümde izleyenlerine macera filmi havası yaşattı. Açıkçası zerre şikayetçi değilim, çok keyif alarak izliyorum Da Vinci's Demons'ı.

Osmanlı İmparatorluğu'na kadar gelmiş olmaları da heyecanla takip etmemiz için bir başka önemli sebep. Hatta Bayezid dizide Türkçe konuştu. Güldüm biraz ama bence fena değildi.

"Da Vinci bu değil!", "Tarih bu değil!", "Türkler'e hakaret ediyorlar!" diyenlere de sadece gülüp geçiyorum. Adamlar bizlere bire bir tarih anlatmıyorlar zaten, bunun bilincinde olursak eğer diziden alacağımız zevk artar. Ve Türkler'e hakaret konusu ise başlı başına saçmalık. Bir iki olumsuz şey söylediler diye bu kadar yaygara koparmaya gerek yok. Üstelik, Türkler hakkında övgü dolu sözler de ediyorlar, onları neden görmüyorsunuz diye sormak istiyorum malum kişilere. Ben bu konuya hiç takılmıyorum ve senaryonun keyfini çıkarıyorum.

Ha ama şunu belirtmem gerekiyor: Bu kadar bölüm bizlere Yaprak Kitabı dediler ama sekizinci bölümün sonunda çok büyük hayal kırıklığına uğrattılar ve böylece senaristler en güzel küfürlerimin sahibi oldular. Gerçekten o kadar bölüm boşa izlemişiz hissi geldi bir an için, izleyenler ne demek istediğimi bilirler. Ama neyse ki sekizinci bölümün sonunda Da Vinci'nin, "Yolculuk yeni başlıyor," demesi bir nebze de olsa su serpti içimize. Umutla dolduk.

O Yaprak Kitabı bulunacak. O kadar! Kaldı iki bölüm, merakla bekliyorum, umarım üçüncü sezon başlamadan kitap meselesi çözüme ulaşır yoksa çok daha fazla eleştiri alır dizi ve ben bunu istemem

18 Mayıs 2014 Pazar

Vikings (2. Sezon Genel Yorum)


Bana öyle geliyor ki -her ne kadar beklenmedik de olsa- History bu dizinin ekmeğini uzun yıllar yer. Bir belgesel kanalından beklenmeyecek bir işe imza attılar ve bir televizyon dizisi yapmaya kalkıştılar. Yüzde yüz başarılı oldular diyemesem de, Vikings'in onları cesaretlendirdiği ve popülerliği sayesinde de epey gelir elde ettikleri aşikar. Tüm ekip bayram havasında, güle oynaya yeni sezona giriyorlar çünkü sezon onayı alıp alamama gibi bir durumları yok. Yani var ama yok. Sıkıntılı bir süreç değil onlar için. Hannibal için öldük öldük dirildik ama sonunda yeni sezon onayı geldi, Vikings'de bu korku yok. Daha çok izleriz gibime geliyor.

Şimdi biraz da sezon finali ve öncesinden bahsetmek gerek. (Buradan gerisi spoiler dolu)

Dizi geçtiğimiz hafta ikinci sezon finali yaptı. İlk sezonun aksine dizinin ikinci sezonunun geneli daha iyiydi bence. İlk dört bölümünden sonra şurada biraz eleştiri yapmış olsam da, sonraki bölümlerle biraz toparladı gibi oldu. Haftada bir Vikings'den bir bölüm izlemek hoş tabii ki, seviyorum bu duyguyu, benim endişem her zaman senaryodan yana olmuştu, karakterlerden yana değil.

Tabii bir de işin prodüksiyon kısmı var. İşte oraya da biraz daha ağırlık verilmesi gerekiyor. Vikingler barbar ve savaçılardır evet, lakin aynı zamanda bu adamlar tarla da ekip biçiyorlar, çiftçilik yapıyorlar. İşte bu kısmı dizide hiç göremedik, bundan sonra da görebileceğimizi zannetmiyorum. History kanalı işin savaş boyutuna eğilmiş daha çok. Viking halkının günlük hayatından kesitler sunmuyorlar bize, eğlence kısımları hariç. Eğer bunları da kapsayabilecek geniş bir senaryo olsaydı, işte o zaman tadından yenmeyecek bir dizi olacaktı.

Sürekli İngiltere'ye çıkarma yapıyorlardı Ragnar, Kral Horik ve adamları fakat sezonun ortalarındaki entrikalar, özellikle de sezon finalindekini de katarsak hoş bir değişiklik yaşatmıştır biz izleyenlerine. Ragnar'ın karısı Lagertha'dan ayrılması sezonun en üzücü olayların birisi olsa da, Lagertha gibi güçlü ve güzel bir kadının earl olması ve kendince bir ordu kurması da bir o kadar iyiydi.

Rollo'nun yakın zamanda iyileşmesini temenni ediyor, Floki'nin de Ragnar'ın sadık adamı olarak kalmasını istiyorum. Sezon finaline doğru çok korkutsa da, kendisine yakışacak olan bir davranış sergileyerek Kral Horik'e ihanet etti. Athelstan din değiştirmekten bir hal oldu, onun da geleceğini merak ediyorum.

Son olarak Vikings'i, Game of Thrones'la kıyaslayanlara iki çift lafım var: Komik olmayın.

Üçüncü sezon 2015'te merhaba diyecek sevenlerine, uzun bir zaman var yani. Bakalım History Channel bizlere nasıl bir üçünsü sezon vaat edecek.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Dünyamızın Gizli Sahipleri - Giovanni Scognamillo



Birkaç ay önce Sacognamillo'nun iki kitabını Akmar'da bir sahaftan temin etmiş ve okumak için kitaplığımın bir köşesine bırakmıştım. Bir süre sonra Dünyamızın Gizli Sahipleri'ne başlamış ve sürekli olmamak kaydıyla, biraz biraz okumayı düşünmüştüm. Bir süre öyle de yaptım fakat kitabın bu şekilde bitmeyeceğini anladığımda, başka kitaba başlamadan önce bitirene kadar bunu okumaya karar verdim.

Kitabın kategorisi için de tereddütlerim var. Tam olarak bilimkurgu değil, hatta bu bir roman değil. En uygun tabir "bilimsel bir kitap" olacak sanırım. Peki Dünyamızın Gizli Sahipleri'nde ne anlatılıyor? Hemen şöyle özetleyeyim:

Kısaca, çözülemeyen, bir esrar olarak kalan şeylerden bahsediliyor. Birkaç örnek de verecek olursam eğer: Kayıp uygarlıklar, tanımlanamayan uçan nesneler, uzaydan gelen sesler, devler, üstün zekalı insanlar, insanlığın tarihi, evrim gibi konular. Elbette bu saydığım konulardan çok daha fazlası var. Satır aralarına serpiştirilmiş o kadar ilgi çekici (en azından bilimkurgu meraklıları için) bilgi var ki, kitabı bitirdikten sonra sanki de beş-on farklı kitap okumuş gibi hissediyorsunuz.

Biraz daha açacak olursam eğer, tanımlanamayan uçan nesnelerin yani UFO'ların dünyada en çok nereleri ziyaret ettiklerini, ne zaman ziyaret ettiklerini ve ziyaretleri esnasında yaşananları kronolojik olarak sıralayan Scognamillo, verilmesi gereken tüm bilgileri vermesinin ardından kararı okura bırakıyor. Tüm bu bilgiler ışığında inanıp inanmamak size kalmış diyor. Ve bu, diğer tüm konular için de geçerli. Kitap her yeni bölümde bu şekilde ilerliyor

Özellikle benim ilgimi çeken konular oldukları için daha bir şevkle okudum. Giovanni Scognamillo okumak için de güzel bir başlangıç olduğu görüşündeyim. Sırada elimdeki diğer kitabı var: Uzaydan Geldiler. Umarım yakın bir tarihte onu da okuyabilirim.

Dünyanın gizemli olaylarına göz atmak isteyenler okuyabilirler.